Etraf Dağınık Biraz
Sonra neyi nereye koyduğumu unutmaya başladım. Zamanla herşeyin yerli yersiz yerler edinmesini izledim.
Senin bir yerin yoktu, varsa da hatırlamaya zahmet edemeyecek kadar yorgundum.
Geçti, karanlıktı gök. Bir bulut aradım, nedensiz. Çocukken saydığım yıldızların sayı sıfatlarının
büyüdükçe kaybolması gibiydi -günler geçtikte tanımı kaybeden herhangi bir şey - hayatım.
Yorgundum, bir zamanlar parkı eve taşımışlığım vardı tozlu kıyafetlerimle, kan ter içindeki bir deyimle
demem oydu ki ısrarlarım vardı bir zamanlar. Bir zamanlar heyecanlarım...
Adını kaybettiğim insanlar dolanıyordu çarşılarda. Yüzlerce yabancı omuzların, omuzlarıyla çarpıştım.
Senin yüzsüzlüğün kadar hissetmedim bir geçmiş gitmişliği. Teselliyi tanımadık tenlerde aradım.
Günlükler tuttum, yanık. Bir kömürün bir aileyi ısıttığını bilirim, ama seni yazdığım kalemlerde okumak
içimdeki bir ülkenin bile yaşam alanlarını yok ediyor.
O daha önce hiç elime almadığım kimsenin ellerinde, elleri gördüm. Hayatımda ileriye dönük bir intihar girişimiydi bıraktığın hayat. Ne kaldığın yerden devam etmenin, ne başından başlamanın, ne sonuna varabilmenin bir çabası çaresine ulaşırdı ancak. Dünden yiten yarınlar, dününden ölen yarınlarımın mezarlarını kazmak saatlere bakarken.
Bir annenin doğumunu gerçekleştirirken çektiği ümitli mutluluk sancılarının, ölüm haberi alınan bebeğinin babasından refüje düşen çığlığı kadar ağlamakta yalnızlığım.
Unuttum, hatta Ahmet'in tasvirinden gerçekler besleyip " Soytarılık etmeden güldürebilmek seni."" diye belledim aklımı.
Ama gördüm, zamanla herşeyin yerli yersiz yerler edinmesini. Boşlukta çalkalanan anılar ve anı olmaya aday geleceklerimin nasıl savrulduklarını. Düzensiz zaman dilimlerinde eğik ve çizgisiz geçti alfabem. "Neyin var?" dediklerinde, adını yokluğunla çok karıştırdım. Bu da benim terbiyesizliğim olsun.
Ama soruları kim sordu, ben kimlere cevap verdim, kimlere sarılırıp ısındım, kimlerin bileklerinden öptüm,
kimlerin dudaklarında bıraktım kendimi, kimlerin içindeydi tenim, kimler kimdi,
unuttum.
Rıza Çelik
Senin bir yerin yoktu, varsa da hatırlamaya zahmet edemeyecek kadar yorgundum.
Geçti, karanlıktı gök. Bir bulut aradım, nedensiz. Çocukken saydığım yıldızların sayı sıfatlarının
büyüdükçe kaybolması gibiydi -günler geçtikte tanımı kaybeden herhangi bir şey - hayatım.
Yorgundum, bir zamanlar parkı eve taşımışlığım vardı tozlu kıyafetlerimle, kan ter içindeki bir deyimle
demem oydu ki ısrarlarım vardı bir zamanlar. Bir zamanlar heyecanlarım...
Adını kaybettiğim insanlar dolanıyordu çarşılarda. Yüzlerce yabancı omuzların, omuzlarıyla çarpıştım.
Senin yüzsüzlüğün kadar hissetmedim bir geçmiş gitmişliği. Teselliyi tanımadık tenlerde aradım.
Günlükler tuttum, yanık. Bir kömürün bir aileyi ısıttığını bilirim, ama seni yazdığım kalemlerde okumak
içimdeki bir ülkenin bile yaşam alanlarını yok ediyor.
O daha önce hiç elime almadığım kimsenin ellerinde, elleri gördüm. Hayatımda ileriye dönük bir intihar girişimiydi bıraktığın hayat. Ne kaldığın yerden devam etmenin, ne başından başlamanın, ne sonuna varabilmenin bir çabası çaresine ulaşırdı ancak. Dünden yiten yarınlar, dününden ölen yarınlarımın mezarlarını kazmak saatlere bakarken.
Bir annenin doğumunu gerçekleştirirken çektiği ümitli mutluluk sancılarının, ölüm haberi alınan bebeğinin babasından refüje düşen çığlığı kadar ağlamakta yalnızlığım.
Unuttum, hatta Ahmet'in tasvirinden gerçekler besleyip " Soytarılık etmeden güldürebilmek seni."" diye belledim aklımı.
Ama gördüm, zamanla herşeyin yerli yersiz yerler edinmesini. Boşlukta çalkalanan anılar ve anı olmaya aday geleceklerimin nasıl savrulduklarını. Düzensiz zaman dilimlerinde eğik ve çizgisiz geçti alfabem. "Neyin var?" dediklerinde, adını yokluğunla çok karıştırdım. Bu da benim terbiyesizliğim olsun.
Ama soruları kim sordu, ben kimlere cevap verdim, kimlere sarılırıp ısındım, kimlerin bileklerinden öptüm,
kimlerin dudaklarında bıraktım kendimi, kimlerin içindeydi tenim, kimler kimdi,
unuttum.
Rıza Çelik
Yorumlar
Yorum Gönder