Kayıtlar

Kasım, 2017 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

ölüm üzerine meseleler V

Resim
yaptıklarım için kendime hiçbir üzüntüm yok. yalnızca toprağa yakışmayan iklimler dolu aklım için toprağa karşı geçirdiğim iç kanamalı intihar eylemcileri iç organlarım. ne hadsizim ! ne haksız ! kahır dolu geçen günlerimin içindeyim, kilitli tek bir kapı yok. ama insanın kendi kabuğundan çıkması, dış dünyaya karşı çektiği yabancılık, sanki yeni doğmuş bir bebeğin birine anne diyebilme savaşında yaşıyormuş gibi yarına hiç hazır değilim. asla olamayacağım. hayatımın klasik müzik tasvirindeki akşam biralarında geceye doğru bükülen akrebin, yelkovanına borç bildiği dakikalarındaki serin ellerimle okuduğum kitapları kenara bırakıp, ölümün beni bu yaşamdan nasıl koruyacağını tasarlıyorum. başımı koyduğum yastığın ıslaklığı düşüyor aklıma, kasvetli ve yağmurlu havalarda. diğer insanlar gibi huzurlu bir uykunun getirdiği dinçlikten uzak, kramp girer gibi dalgın kalan yüzümün aniden parmaklarıma batan iğnenin acısında uyandığım soluksuz sabahları yaşıyorum. kendimi "şimdi"&#

yetersizim

Resim
işte geldim, eksik cümleler barındıran kısık nefesle dilimin dönmediği affına tükenen alkollerim tek başınalığımın çoğalan ordusunda bir şarjörü boşaltır gibi döktüm ayaklarımı kapına. duydum iç sesimin sıkışıp kalan kalp boşluğundaki aciz bir kul dilenciliğini beni hiçbir dua bağışlamaz sana ama geldim. suç yüklü bir sanığın yalancı yancılığı savunmasında öyle gözü kara,yeri gelen korkak ve fabrikalardan çıkma üretim hatası ellerim tutmayı bilemedim. hava bir iğne batımı tende keskin ve kesik görüş açısı bazı kuru yalnızlıkların, bazı katıksız fakir zamanların bile ses getiren mutluluğudur kapıya dayanan faturalar. işte geldim, aklında yüzde yüz kusurlu sayılan unutulmaz  kazası dudaklarımın dudaklarına çarpışı işte geldim aklına, aklında herhangi bir şeklin biçimini kazanıp yer edinen varlığımı bilmek sırtında yuvasına kar tanesi taşıyan karınca kadar umut verirken mevsim yaza değişiyor sırtıma kalan gelecek zaman dilimleri aklımda yok yere hayaller

ölüm üzerine meseleler I

Resim
- belki bir özneye aç cümleler kusuyorum, belki bir acile yetiştirmeye çalıştığım ambulans. beni unut baba. o düşen dişlerin sabaha kül kediciliği oynayacağı çağı atlattık çoktan. bilirim kirli ellerle tutulmaz nimet, ama ekmeği getiren işçi ellerinden öptüm sabah. çocukluğumun sana olan bunaltıcı özleminde yorucu ve yıpratıcı zamanın ağırlığını söküp aldığım sırtından, döktüm yüzüne boğucu gençlik yaşamımın. çok özür dilerim. bir zamanlar hayatımdaki sıfatını Allah'a yakıştırıp gece yarılarındaki yaşlarımdan terk ettiğim seni, sıyrılıp sığınarak Allah'a baba dedim. çok özür dilerim. avuçlarıma sıkıştırdığın kuruşlardan hayatımı tek kuruşa ima edemedim. bir mana da bulamadım. hayırsız ve sade yaşam örgüsünde o kadar renkli hataları nasıl giyindim bilmiyorum. çok özür dilerim. öptüğüm kadınların terli vücutlarından. boynundan dökülen her bir ateşin evlatlarından tek tek özür dilerim. kimi sıcak zamanlarda döktüğümüz korkulu soğuk suların, geceyi boyadığı maviden gören g

aile fertleri

Resim
arkamda yalnızca iki insan birini bir duvarın ardında bildiğim üç kişilik köşe kapmaca evim. hayır sana değil hiç bir başlangıç yalnızca musluğa dayadığım dudaklarıma bardağı tanıştırdım bugün hala aynı tadı suyun. üzgündüm, ince belli bir bardağın kıyısında yazdıklarımla dönmeye incilmiş bileğim ve artık eskisi gibi iç geçirmiyor akciğerimle o kadar üzgündüm ki açınıp kapanan kapıların kırılan yanlarından öptüm kilidi kırılmışların sesinden sarıldığım biçimsizdi yüzüm ağladım rengini atmış saçlarından sarkan külleri bir ağıdın ben parmak aralarında unutulmuş bir tütün ellerindeyim ama öyle yalnız. bir çakmağın telaşında çıktım ağzından sanki yangından son anda kaçırdığın sınav notların. hayat önümdeki üç kağıt ve faydası kendimden çok bir bardak arkamda üç kişilik satır birbirini öpen izmaritlerin kokuları ben hayli çanların çalınmasını bekleyen merhum ya da herhangi. biliyorum bazı renkleri kaybetmiş yüzün buna bağladığım hüznüm bel kemiği eğik
Resim
- bir ara çok güldüm. kalabalık caddelerdeki herkesin haricimde yaşamak telaşını unutup, birer peynir arayan fare gibi indirim kovalayan o canlılığına, o içten içe aradıklarını koruma heyecanına, o herhangi durağanlığın ve şaşkınlığında karşıdan karşıya geçilen ışıklardaki kırmızısıyla güldüm. güldüm pek, acısını çıkarır gibi aralarından yokluğumun. kendimi kandırır gibi ya da bir çiçeğin kendini ormana sığdırma uğraşı gibi. ... seneler 2000'i kovalıyorken çıktım sokağa. asfaltı alt caddelerde görürken, ayaklarımı toprağa eskittim. ama allah bilir, ezandan ezana koşardık evlere. o zamanlar göğüs kafeslerimdeki telaşlı ağrılar ve alnımdan dökülen terlerin dahi tenimde terkettiği huzurlu dinlenişleri vardı. aşıktım, evcilik oynarken bile sadıktım. kiremit taşı parçalarından mermicek çorbaları yapmak kadar gününde güzeldi herşey. yaprak dolmaları incir ağacının nefreti olur, yalnız sevdiğimizin peşinden de koşarken kanamazdı dizlerimiz. bak şimdi, hala her gün yarının vasiye

sen git artık

Resim
anlatabilirim diye sustum, sustum ama anlamıyorsun işte. mecali kalmamış bir ağzın sökülen harflerinden sesleniyorum sana son kez. her sonu yeniden yaratan bir çocukluk ağlamaktan uykuya yenilen gözlerini giyerken seni öyle çıplak bir anda affettim. affettim ama beni anlamıyorsun işte. düşen bir kemiğin ardından etin bozulan yanlarından koştum sana çürümüş, solmuş. ben rengini sende giyinmiş gökkuşağıydım gökte gözlerinden halkın düşen bir kahraman içinde bana büyüttüğün aykırılıklara düşman bir gladyatördüm evveli, sonrası olmayan bir masalın belini dik tutmaya çalışan samana arka çıkan yancı seni yanıma nasıl kavuştururdum diye sığındığım türkçeye çektiğim yabancılık... kalın giyin artık kış kasım'a kin sert vurur soğuk. sorma anlatamam, bununda bir anlamı yok artık. ağladım dilediğim çok şekerler düştü düştü dizlerimi kanattığım yerlere. küsmedim, darılmadım da hiç bir eksikliğe git. belki kalman içimi birbirinden ayıran neşter giymesine sebep olur kelimelerin, belki kalman ak

biraz dağınık bir beden

Resim
günler geçtikçe akli dengemi yitirmeme sebep yaşanılan hatları kayıp sefer sırası hayatım. bu belirli belirsizlikteki vardığım her durakta, unutulmazları yaşamak ve her yolcuyu nedensiz bindirmek içime... içimden bir sesin çıkamaması, herkesi varacağı yere götürme hevesi ve bir başkasının mutlu olabilmesi denemelerindeki kendimi kaybedişlerim. sözde kahranım ya ben ! o çok güzel bir kadın. saçlarındaki baharın gelişine kendini atmış bir intihar girişimi asılmış yaprakların. koyu kestane rengi arkasına sığınmış bir güzelliğin etkileyici yanından bakıyorum. büyük tehlike ! o da çok güzel bir kadın olmasa da alnının genişliğinde yetişen yağmur damlaları var. saçlarında ki karanlığın neminden öpmüştüm, semt otogar. güzel sevişmiştik ya da seviştiğimiz için güzeldi her şey. bak o  çok güzel bir kadın. içimi kolay biralar kadar güzel, sek şarapların ciğerlere işleyen kokusu kadar güzel bir kadın. gülmek için dudaklarına ihtiyacı olmayan, burnunun inceliğindeki tebessüm tüm ömrüne yetebilec

Canım Ellerindeki Parmaklarım

hayli zaman geçti, bir cümle üstünden bir cümleye uzun geçmişler yitirilip hayli yorgunluklardan çıkarken, sayılı sefer saatlerinde alalecele yetişme günlükleri dolu giden mesajlarda bankamatiklerin ağır aksak işleyiş sıralarındaki tedirginlik ki karaköy vapuruna son dakika kala kulağımda adını bilmediğim bir temsilcinin müşteri sıfatındayım şuan yanlış zaman af diledim yüzüne tebessümlerle öyle açık seçik, halk arasında topluma sırt çevirdiğim anlardır bunlarda. yanağındaki sıcaklık ya hastalıktan ya bu ten yakan güneş ama teninin açıklığı bir bebeğin doğumuyla denk düşer ancak. ah bu kırmızı ışık beklerken bir yeşilin gözlerine vuruşunu ayaklarımın ayaklarının hizasına iştima çekişi ben zor zaptettim ellerimi ellerinden ani ve hıza kapılmış bir karınca savruluğunda döndüm durdum sağına mı soluna mı geçmeliyim derken üstünde rengimi bulduğum tüm 90 derecelik açılarında acıları unutarak derecesinde ısındığım karelerde kaldı aklım. bekle,kalabalık üstüme üstüme geliyor miting alanlarını

Etraf Dağınık Biraz

 Sonra neyi nereye koyduğumu unutmaya başladım. Zamanla herşeyin yerli yersiz yerler edinmesini izledim. Senin bir yerin yoktu, varsa da hatırlamaya zahmet edemeyecek kadar yorgundum. Geçti, karanlıktı gök. Bir bulut aradım, nedensiz. Çocukken saydığım yıldızların sayı sıfatlarının büyüdükçe kaybolması gibiydi -günler geçtikte tanımı kaybeden herhangi bir şey - hayatım. Yorgundum, bir zamanlar parkı eve taşımışlığım vardı tozlu kıyafetlerimle, kan ter içindeki bir deyimle demem oydu ki ısrarlarım vardı bir zamanlar. Bir zamanlar heyecanlarım... Adını kaybettiğim insanlar dolanıyordu çarşılarda. Yüzlerce yabancı omuzların, omuzlarıyla çarpıştım. Senin yüzsüzlüğün kadar hissetmedim bir geçmiş gitmişliği. Teselliyi tanımadık tenlerde aradım. Günlükler tuttum, yanık. Bir kömürün bir aileyi ısıttığını bilirim, ama seni yazdığım kalemlerde okumak içimdeki bir ülkenin bile yaşam alanlarını yok ediyor. O daha önce hiç elime almadığım kimsenin ellerinde, elleri gördüm. Hayatımda ileriye dönük b

bu böyle bir günün ağırlığı

aklıma adının çarpışında açığa çıkmaya hazırlığı anda  batan kötülükler. gülümsedim, topluluğa anlamsız ifadeyle bunu bir sen tanımlarsın ancak. öyle soytarılığı edinmeden gayet usulca koydum karşıma tek kareni.. güneşin her tonunu barındıran tenin saçlarından dökülen herhangi ışık burnundan akan ırmaklarda yüzen, gözbebeklerim tanrım, boynundaki bir kurdelenin ağırlanda yaşlanmak öyle sık boğaz etmişliği olmadan sıcağında soğuklara germek göğsümü hem sana da asılı kalmak biraz incitmeden. vesikalık tadında saçlarında birleşen bir koyu göğün aydınlığı sonra etraf kalabalıkmış havası nemliymiş deniz dalgalıymışta herşey kendince, senden gayrısına haberim yokken. bu böyle bir günün ağırlığı Fatih Sultan Mehmet, bir kolların, bir de o getirir iki yakamızı bir araya. martılar o yana bu yana, banklardaki gölge kavgaları sessiz,içten içe su satabilme kinleri çocukların, ah nasılda içli ağaç kovukları. adının aklıma çarpışında bir kazanın ölen tüm kötülüklerin cesetlerini bırakıp usulca geçti

kimlikte eskiyen doğum

henüz toy bir çağın mübalağasıydı adım, kırkı geçmişlerin. alnı kırışmışların yanında kırışan sayfalar sayısı toplamı yaşıma denk düşmez iken, vaktinde okey masalarında yancı bile olamayışımı da eklersek içtiğim oraletlere attığım şekerlere düşerdi boyum. üzgünüm, bir çalgının vurgusunda kayan parmaklarımın küçüklüğünde.  bazı notalara yetişemeyen şarkıların eskik ölçülerinde buluştu varlığım. oysa sevdiğim, dilimden düşmeyen bir ezgisiydi nakarattaki adın. üzgünüm, toprakları kazdığımız Fatih ile doktorculuğu oynayamadığımızdan. aramakla geçen yılların biriktirdiği tozlardan örtündü üstümüz. yıllanmış bilyeleri çıkartığımız keser, doğum günlerinin hatrı sayılır bıçakları ve üflemekten yorulan dudaklarım. üzgünüm, kelimelerin kiyafet olma durumuna, ifadeyi bir yabancılıkla geçmişe yad etme hallerindeki yorgunluğa ve bir kaç yaratıcı kıvamına süzülmüş el ayalarımdan. affı sıfatı yok bazı durum hal eklerinin ki, ben akşam ezanından sonra karıştım tiner kokularına. dört odalı bir döküntün